CANİK DERGİSİ / TEMMUZ-AĞUSTOS 2012
Ünye'de yayınlanan Canik Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Yaşar Karaduman bana da 3 sayfa ayırdı,
Gurur duydum,
Yaşar Amca'ya ve tüm ekibe teşekkürlerimi sunuyorum,
Bakalım bu eski fotoğraflarda beni tespit edebilecek misiniz?
BİZ ÜNYELİ ÇOCUKLAR
KARADENİZ GİBİ DALGALI, AĞ
ATILDIĞINDA HANGİ BALIĞIN ÇIKACAĞININ SÜRPRİZ OLDUĞU O ENGİN DENİZE BENZEYEN
YETİŞKİNLER OLDUK
ÜNYE’NİN ÇAM AĞAÇLI YOKUŞLARI MEŞHURDUR
Bir şehirde nefes nefese bir yokuşu çıkmaya çalışırken
Arnavut kaldırımlı, çam ağaçlı Ünye yokuşları gelir aklıma. İş seyahati için
gittiğim Hollanda’dan dönerken havaalanında orada yaşayan Türk bir anne ve
oğluyla pasaport sırasında bekliyorduk. Çocuğa dedim ki, “ne yapmayı özledin,
memleketine gittiğinde ne yapacaksın ilk olarak?” Şöyle bir düşündü ve “
yokuş aşağı koşacağım” dedi. Bilirsiniz Hollanda denizin doldurulması ile
oluşmuş olan muazzam düzgünlükte, cetvelle çizilmiş nizamda dümdüz bir ülkedir.
Yokuşu, dağı yoktur öyle Türkiye’deki kentler gibi. O çocuğun cevabı üzerine
çocukluğuma döndüm. Nasıl koşarak inerdim Ünye’nin yokuşlarından. Rüzgâr
vururdu yüzüme, hızlanırdım, en sona geldiğimde durmak için zorlanırdım. Yolun
iki yanında yer alan yüksek çam ağaçlarının gölgesi vurduğu için yazın
güneşinde bile bunalmazdınız yokuşu tırmanırken. O çam ağaçlarının görevi
sadece gölge vermek değildi yokuşu çıkan ve güneşte bunalan yaşlılara. Çocuklar
külah (boruculuk) oynarlardı, ağaçların gövdelerinin arkasına saklanarak. Çocuk
bedenini saklayacak kalınlıktaydı çam ağaçları. Bugün bile Hamidiye Mahallesi,
Hacı Emin Caddesi yokuşundaki çam ağaçları eski ihtişamı ile durmaktalar.
İnce plastik elektrik borularının içerisine özenle ebatlanmış beyaz kağıtlardan
ya da gazete kâğıdından yapılan külahlar konulur ve sertçe üflenirdi. Üflediğinde
karşı takımdan birini vurmaya çalışırdın, külah vücuduna değdiğinde, o çocuk
oyundan çıkardı. Oyunda, külah değmeden kurtulanlar hangi takımda fazla ise o
takım kazanırdı oyunu. Bu oyunda başrol, o güzelim yemyeşil çam ağaçlarınındı.
Bazen de taş atıp üzerindeki çam kozalaklarını düşürüp, taşla kırarak
içerisindeki fıstığı yemeyle sonuçlanırdı oyun maceralarımız. Büyükşehirlerde
çocukların mahalle arkadaşları yok maalesef. Ben, Ünye’de çocukluğumu
geçirdiğim için şanslıydım. Bizler mahalle arkadaşlıklarını, sokak oyunlarını,
komşuluk ilişkilerini, bakkal amcaları tanıyarak büyüdük.
MAHALLE ARKADAŞLIKLARI UNUTULMAZ
Okula servisle gitmezdik bizler. Mahalle arkadaşımız “haydi
okula geç kalmayalım” diye çağırır kapıya gelirdi. Benim en yakın mahalle
arkadaşım Songül’dü (Sanioğlu). Güle oynaya, sohbet ederek giderdik okula.
Sırasıyla; Anafarta İlk Okulu, Ünye Ortaokulu ve Ünye Lisesi’nden mezun olup
ayrıldım Ünye’den. Evimize yakın değildi ortaokul ve lise. Buna rağmen bizlerin
ve ailemizin aklına dahi gelmezdi servisle veya arabayla okula gitmek. Şimdiki
çocuklar mı tembel bizler mi böyle güvensiz yetiştirdik bilemiyorum. 300-400
metre mesafeye bile yürüyerek gidemez oldu çocuklarımız.
Anafarta İlkokulu’nda okurken, her teneffüs sınıftaki arkadaşlarımı toplar, okulun
arkasındaki (şimdi yorgancının olduğu yer) babam Muharrem Canbulat’ın Gazoz
Fabrikası (!) na gider, Çataltepe Gazozu eşliğinde, Meydan Büfe’den aldığımız
leblebi tozunu püskürterek ve boğularak yerdik. Ortaokula giderken
Yalıkahvesi’nin oradan geçerdik; yokuşu çıkar, Kokulular’ın evinden birkaç ev
sonra, köşedeki eski ahşap, perili gibi görünen evin yanından geçer ortaokula
gelirdik. Yani epeyce bir yolu kat ederdik okula gitmek için. Aslanağzı
yetişirdi Paşabahçe’nin dik duvarlarında. Onlara erişmek bizim için bir
maceraydı. Nedendir bilinmez deniz kenarındaki sahil yolunda yürümezdik;
yanımızda annemiz veya aileden bir büyük olmadan o zamanlar. Yaz akşamları
ailece çıkılırdı sahile. Hasan Baba’da dondurma yemeden, sahildeki ada
bakkalından çekirdek almadan, Yüzüncü Yıl’da veya Yunus Emre Parkında oturup
çay, meşrubat içmeden, iskelede dolaşmadan sahil turu tamamlanmazdı. Tabii
sahilde yürürken eşe dosta selam vermek, arkadaşlarınla ayaküstü konuşmak,
olmazsa olmazlardandı.
ÜNYE LİSESİ TÜRKİYE’NİN EN İYİ
ÜNİVERSİTELERİNE ÖĞRENCİ GÖNDERMİŞTİR
Özellikle de Üniversite sınavı sonrası sahile çıkıp kim
nereyi kazanmış öğrenmek büyük bir keyifti. O zamanlar Ünye Lisesi’nden mezun
olanlar istisnalar dışında muhakkak bir yere yerleşirdi. Zaten kazanamayanı o
gün sahilde göremezdik. Tıp Fakültesi, Mühendislik, Öğretmenlik, İşletme gibi
güzel bölümlere öğrenci gönderen iyi eğitim veren bir liseydi Ünye Lisesi.
Öğretmenlerimiz kaliteli, eğitim ise ciddi ve başarılıydı. Hatta Kardeşim Hüseyin’in Lise’de
karnesindeki tüm notlarının 10 olduğunu gören bir yakınımız O’na Mr. Ten ismini
takmıştı. Arkadaşı Soner (Sanioğlu) ile sürekli Lise birinciliğinde
yarışırlardı. Biri ODTÜ Makine Mühendisliğini diğeri ise Cerrahpaşa Tıp
Fakültesini kazanmıştı. Anadolu Lisesi yoktu Ünye’de. Samsun’a gitmişti, çok
çalışkan ilkokul arkadaşım Pelin (Alver) Anadolu Lisesi’ni kazanıp. Günümüzde
Büyükşehirlerde özel okullarda okuyan öğrenciler bile ODTÜ’yü, Boğaziçi’ni,
ÇAPA’yı, İTÜ’yü, Hacettepe’yi kazanamazken o zamanlarda Ünye Lisesi Mezunları
bu nadide üniversitelere gitmişlerdi. O nedenlerdendir ki, şimdi Ünyelilerin
güzel mevkilerde olduklarını görüp gururlanıyoruz.
ÜNYE’DE YAŞAMAK KOCAMAN BİR AİLE ORTAMINDA
OLMAK GİBİDİR
Sahile çıktığında herkes tanıdıktı, çarşıya indiğinde
nereden ne alınacak, dükkan ismiyle değil amcaların ismiyle tarif edilirdi.
Metin Amca’dan poğaça alınacak, Hüseyin Arın’dan silgi, kalem, uhu alınacak,
dönüşte Cücür’den gazete alınması unutulmayacak, İsmet Amca’nın fırınından
pandispanya ve iki somun ekmek alınacak, İhtiyaroğlu’ndan anneme makara ve
fermuar alınacak. Ünye’de yaşadığım 70’li 80’li yıllarım bana, “aile
sıcaklığını” hatırlatıyor. Bizler orada kocaman bir aileydik; herkes birbirini
tanıyordu, “annen baban nasıl?” diye sorulur, mutlaka selam yollanırdı.. Tam
çıkaramayanlarsa “kimin kızısın?”, “ne yapıyorsun?” diye sorar, seninle mutlaka
kısacık da olsa sohbetleşirdi. Güvendeydik orada; okula da yürüyerek giderdik
çekinmeden, çarşı pazara da... Nasıl olsa her yerde bir tanıdık vardı. Gerçi
Ünye’de sevmediğim bir husus dedikoduydu. “Aman dedikodu olmasın!” diye yaşamak
zordu biraz. Neden severler dedikoduyu bu kadar insanlar, halâ anlayamam.
UNUTULMAZ BAYRAM GÜNLERİ
Bayramlara katılmak için çok heyecan duyardık biz. Daha çok
küçükken Lise’nin Bando Takımında yer alan çok sevdiğim Tuncer ve Yüksel
Ağabeyleri (Şahin) izlemek için annemin elinden tutar bayrama giderdim.
İlkokulda halkoyunu gösterisine katılmıştım, o zamanlar 23 Nisanlar Cumhuriyet
Meydanında yapılırdı. Pelin (Alver) ve Özlemle (Öztürk) aynı ekipte Ata Barı ve
Çepikli oynamıştık. Ortaokul ve Lisede Ondokuz Mayıs Gösterilerine katılırdık
stadyumda olurdu 19 Mayıslar. Aylar öncesinden hazırlanırdık. Sevgi Hoca; Beden
Eğitimi Öğretmenimiz bizi çalıştırırdı. Önce okul bahçesinde hareketleri
çalışırdık; ritmik hareketlerde elimizde bazen ucunda kurdele olan bir sopa,
bazen şemsiye, bazen de rengârenk fularlar olurdu. Özel kıyafetler dikilirdi,
pisipisiler alınırdı. Bizim için tam anlamıyla eğlenceye dönüşürdü bayramlar.
Toplu olarak yaptığımız gösteriden önce gururla geçerdik protokolün önünden.
Gözümüz tribünde oturan ailemizi arardı. Çaktırmadan el sallardık onlara. Daha
sonra ise toplu fotoğraf çekinirdik. Fotoğrafı görmek için en az bir hafta
beklerdik tabii… Şimdilerdeki gibi dijital makineler yoktu o zamanlar; Foto
Zalım veya Günaydın (Rasim Öndersev) çekerdi fotoğraflarımızı. Onlar tab edecek
ki bizler de nasıl çıktık bakacaktık. O zaman çekilen ve albümlerimize özenle
yerleştirilen fotoğraflara şimdi baktıkça yüzümde tatlı bir gülümseme oluşuyor.
“Orta Cami Havlisi Çocukları’nın” bu yıl Bayramlarda
yaratıcılıklarını konuşturarak yaptıkları gösteri koltuklarımı kabarttı. 23
Nisan’ı siyah önlük, beyaz yaka takarak -hatta benim ricam üzerine Neşe Teyze
(Sanioğlu) yakasına kırmızı kurdele de takmıştı- 19 Mayıs’ı ise kasketli, beyaz
gömlek ve kırmızı fularlı lise kıyafetleri ile kutladılar. Bayramlara ayrı bir
renk katarak, eski bayramların neşesini yaşattılar bizlere. Özellikle 50 yıl
sonra Elit Grubu ve hocaları Ali Kayadelen’in tekrar bir araya gelmeleri ve
yaptıkları gösteriler takdire şayandı.
ÜNYE’DE SİNEMA GÜNLERİ
Orhan Abi (Bodancı) ve Ali Abi (Karagöz) halkoyunu
çalıştırırdı bizleri. Lise Gecesi olurdu Belediye Sineması’nda. Tiyatro, koro,
halkoyunu her türlü sosyal ve kültürel etkinlik yaşanırdı. Bilgi yarışmalarına
ise en zekiler seçilirdi. Münazaralar da yapılırdı Belediye Sineması’nın
sahnesinde. Abimin (İsmail Canbulat) çok yönlü kişiliğini bu sahnede izleme
şansını bulup ailece çok sevinmiştik. Aynı gecede hem tiyatro, hem halk oyunu,
hem de stand-up gösteride boy göstermişti… Sinemalar önemliydi o zamanlar. Tabi
sadece TRT vardı, bu kadar diziler, filmler, DVD’ler yoktu. Kadılar Yokuşu’nun başında
yer alan Konak Sineması’ndaki kadınlar matinesine giderdik pazar günleri.
Çataltepe Gazozu ve pidelerimiz çantamızda, annemizin elini tutup komşu
teyzelerle birlikte sinemaya koşardık. Genelde kadın matinelerinde Türkan
Şoray’lı, Belgin Doruk’lu, Ayhan Işık’lı, Ediz Hun’lu filmler olurdu. Bizler
pek anlamasak da annelerimizle ve arkadaşlarımızla orada olmak harikaydı. Perde
aralarında Orhan Gencebay çalardı. Acıkan çocukların eline Pazar sabahı
sıcağıyla yenilen pidelerden hazırlanmış olan kumanya çıkarılır. Gazoz
eşliğinde bir güzel mideye indirilirdi. Genelde filmin ikinci perdesi daha
acıklı olurdu ve kadınlar ağlarlardı, bizler de kıkırdardık onları öyle
görünce. Sinema çıkışı yolda kötü karakterlere söylenilir; esas oğlan ve kızın
mutlu veya acıklı sonları konuşulurdu. Evlerin camlarından seslenen komşuların
“film nasıldı” sorularına “çok güzeldi, bir ağladık, bir ağladık ki sorma!”
diye cevap verilirdi.
ÜNYELİYİM DAA!
Ünye’de sosyal hayat ve çalışma hayatı her zaman iç içe
devam ederdi. Şimdi genelde, internet, cep telefonu, sosyal paylaşım
sitelerinde devam eden arkadaşlıklar, bizim çocukluğumuzda sahildeki bir çay
bahçesinde yaşanırdı. Ünye’nin plajları ise; Devrent, Gölevi, Uzunkum,
İnciraltı karne alınıp tatilin keyfini çıkaracağımız mekânlardı. Bizler,
Karadeniz Çocukları, “tatil olsa da yazlığa, Ege’ye, Akdeniz’e gitsek”
hayalleri kurmazdık. Bizler zaten, tatil yerinde, deniz kenarında olmanın
ayrıcalığını yaşardık. Gerçi o zamanlar bunun farkına ne kadar varıyorduk,
orası bende hala bir soru işaretidir.
Ankara’da yaşadığım 20 yıl süresince Ünye’de yaşadığım
yılların değerini daha çok anladım. Bizler ayrıcalıklı çocuklardık, bizler
mutluyduk, bizler Karadeniz gibi dalgalı, ağ atıldığında hangi balığın
çıkacağının sürpriz olduğu o engin denize benzeyen yetişkinler olduk. Dünyanın
her bir yanına yayıldık, Türkiye’nin her şehrinde yaşamımızı sürdürmeye devam
ettik. Sadece her yaz birkaç günlüğüne de olsa Ünye’ye koşarak gitmeyi ve
hemşehrilerimizle bağımızı koparmamayı başardık. Nerelisin denildiğinde
gururla, ÜNYELİYİM diyebildik.
15 Yorumlar
Harika bir yazı olmuş, ellerine sağlık.
YanıtlaSilCok sevindim begendigin icin bahricigim.tesekkurler
YanıtlaSilDergi hayirli ugurlu olsun Ünye'ye :)
YanıtlaSilSana da yer vermekle cok dogru bir karar almislar kesinlikle ;)
Fotograflarda bir yerde hemen tanidim seni Mavianne, böyle eski fotograflari seviyorum, insani alip götürüyorlar o zamanlara...
Sevgiler
Sen bizim çok sevdiğimiz değerli birisin dergide bize renk kattığın için biz teşekkür ederiz.
YanıtlaSilGelecek sayı için çok zamanımız kaldı yeri ayırdık. Ünye'den sevgilerle.
Yaşar KARADUMAN
Canım Kanki, yazını okurken sanki Ordu çocukluğumu okudum... Biz ne güzel zamanların çocuklarıyız.Ünyeliler de seninle nekadar gurur duysalar az...
YanıtlaSilÇook öptüm seni
Çocukluğunun neredeyse her yılı başka şehirlerde geçen, hep başka hayatlarla kesişen ve hiç çocukluk arkadaşı olmayan biri olarak yazını keyifle ama bir o kadar da kıskançlıkla okudum Fato'cum:)
YanıtlaSilAnlattığın her satırda olmasa da çocukluğuma dair silik hatıralarımı canlandırdığın için de yüreğine sağlık arkadaşım.
şahane ne kadar gurur verici Mavi Annem ...
YanıtlaSilTanıdık Maviannem, ne güzel anlatmışsın. Liseni arakadaşlarını anlattığın kısım ne kadar sıcak. Bizim okuduğumuz okullarda başarılı ve öğrencileri birbirine bağlıydı. Okulumdan kimi görürsem başarılarıyla gurur duyuyorum aynı senin gibi.
YanıtlaSilSevgiler
Canım cok harika bir yazı olmuş,yüreğine saglık .Okurken kendi çocukluğuma gittim farklı yerlerde yasamış olsakta o zaman dilimi cok baskaydi.Opuyorum canım..
YanıtlaSilbastan sonra hic atlamadan buyuk bir heyecanla okudum,
YanıtlaSilve senle gurur duyuyorum fatmacigim, evet bir ünye ancak boyle anlatilir 70-80 lerin bizim unyemizi cok guzel tarif etmissin,eline,kalemine yuregine ,yetenegine saglik
süper . welldone :))
ümit YILDIZ
LONDRA
Fatmanur gönlünün güzelliklerini kağıda döken kalemine sağlık...gözlerim doldu...hayatın keşmekeşinde üzeri örtülmüş yaşanmışlıkları hatırladım ve çok duygulandım..maalesef belki çocuklarımızın yaşayamadığı kadar güzel unutulmayacak bir çocukluk yaşadık ..Ünye'li olmaktan her zaman gurur duydum..ve en önemlisi farklı yerlerde yaşamlarını idame ettirseler de bir şekilde biraraya geldiklerinde bıraktıkları yerden devam edebilen kalıcı dostluklara sahip olan ÜNYE'li büyüklerim, arkadaşlarım ve kardeşlerimle...sevgiler sana gönlü güzel kardeşim..Ayşe Kayadelen
YanıtlaSilBu değerli yorumlarınızla beni çok mutlu ettiniz. çokkk teşekkür ediyorum.
YanıtlaSiliyiki varsınız.
beğeniniz beni motive ediyor yazmak adına
tekrar tekrar yüreğinize sağlık
Çok güzel bir yazı olmuş,
YanıtlaSilbaşarılarınız artarak devam etsin...
Sevgiler
Bizim zamanlarımız harikaydı,her satırını severek,eskilere giderek okudum.Öylesine güzel bir yazı olmuş,teşekkürler Fatma Hanım,sevgiyle kalın...
YanıtlaSilHer zamanki güzel üslubunla harika yazmışsın Maviannecim.tebrik ederimm.
YanıtlaSil