UNUTMAYIN; POLİSİYE, DEĞERLİDİR
2014
yılında Kerry Wilkinson’ın Kilitli adlı
kitabını okurken yazar olmaya karar veren Yunus
Emre Eroğlu, küçüklüğünde tutkuyla okuduğu Agahta Christie kitapları ile
polisiyeye merak salmış ve bir süre sonra da kendi karakterlerini kurgulamaya
başlamış. İlk romanını 2015 yılında
yayımlayan yazarın, Kana Davet, Hasta
Şehir ve Aklın Senfonisi adlı üç romanı bulunmakta. Uzun yıllar yaşadığı
İstanbul’u bırakıp Çanakkale’de yaşamını sürdüren Eroğlu ile Türkiye’deki
Polisiye Roman yazarları ve okurlarını konuştuk.
Yunus Emre Eroğlu kimdir, bize kendinizi anlatabilir
misiniz?
Öncelikle
belirtmek isterim ki Yunus Emre EROĞLU, kıymetli sualleriniz ve vaktinizle
muhatap olduğu için mutlu biri. Nezaketiniz için çok teşekkür ederim.
Estağfurullah efendim ben mutlu oldum sizi tanımaktan.
Vaktin,
zamanın çok değerli olduğunu düşünen biriyim. Bu sebeple önceliğim her daim
zamanı iktisatlı ve kıymetli kullanmaktır. Öğrenmeye, kendini geliştirmeye
gayret gösteren biriyim. Bu yalnızca edebiyat konusunda değil, uğraş
gösterdiğim her eylemde geçerlidir. Çok basit bir örnek vereyim: Koyu Beşiktaş
taraftarı olmama rağmen kulübün resmi sosyal hesapları dışında hiçbir futbolcu
ya da yöneticinin hesaplarını takip etmiyorum. Elime telefonumu aldığım yahut
bilgisayarımın başına geçtiğim zamanlarda, şahsi ihtiyaçlarımı karşılamayacak
detaylarla meşgul olmayı, kendime olan saygıma yakıştıramıyorum. Belirtmek
isterim, İstanbul’da yaşadığım süre boyunca neredeyse tüm branşların bütün
maçlarını tribünden seyretmişimdir.
Edebiyat
dışında da farklı alanlarda faaliyet göstermeye çalışıyorum. Uzun yıllar alt
liglerden başlayıp profesyonel lige kadar yükselerek basketbol oynadım. Bir
süre de çeşitli illerde basketbol hakemliği yaptım. Güreş, boks ve vücut
geliştirme sporları ile de profesyonel seviyede uğraştım. Ancak mevcut sağlık şartlarım
sebebi ile bir süredir aktif spor yapamıyorum.
Bunun
dışında profesyonel fotoğrafçılık en çok keyif aldığım uğraşlarımdan.
Ekipmanlarımı omzuma alıp soluksuz bir fotoğraf gezisine çıkmak, eşimle
birlikte yapmaktan keyif aldığım en büyük ilgim.
Bir
de sevgili eşim ve dostumuz “Optimus” var tabi. Hayatımın her anında onlarla
olmak, planlarımı onlar üzerinden kurgulamak tarifsiz bir haz benim için. Son
olarak ise kucağımıza almayı sabırsızlıkla beklediğimiz kızımız, “Öykü
Dora’mız” var.
Çok tebrik ediyorum sizi ve eşinizi. Sağlıkla kızınızı kucağınıza almanızı diliyorum.
Çok tebrik ediyorum sizi ve eşinizi. Sağlıkla kızınızı kucağınıza almanızı diliyorum.
SHERLOCK
HOLMES’U YAZAR SANAN OKUR
Türkiye’de polisiye okuru profilini nasıl
görüyorsunuz?
Bu
soruyu, içsesini kelimelere dökerek cevaplamak, sanıyorum ki birçok yazar için
zordur. Okuyuculardan ve sizden bir istirhamım olacak. Bu röportajı okuyan
herkesin, İnstagram hesabımda (yemreroglu) geçmişe yönelik paylaşımlarımı
incelemesini, eleştiriye kapalı olmadığımı; aksine başım üstünde tuttuğumu
görmelerini ve bu alt bilgi ile cevabımı eleştirmelerini rica ediyorum.
Yaptığım
her işte şeffaf olmak benim asli prensibim. Bu röportajda da kendimden taviz
vermeden, tüm samimiyetim ile sualiniz cevaplayacağım.
Türkiye’de
polisiye okurunun hatırı sayılır bir kısmı –benim kendi gözlemlerim ve
araştırmalarıma göre- ne yazık ki ezberci. Müthiş bir önyargı var yerli
yazarlarımıza. Yabancı meslektaşlarımızı öven, “çok takipçili” bir okurdan
örnek vereyim sizlere: İsminde, bizim haricimizde (Paradigma Polisiye)
“Polisiye” barındıran bir yayınevinin İnstagram üzerinden yapılan canlı
yayınına tanık oldum yakın zamanda. Sosyal medya hesabı için bir kullanıcı adı
oluşturmakta dahi taklidi seçen, yaratıcılığı olmayan bir “Polisiyeci” ile
gerçekleştirilen yayından bahsediyorum! Hayal dünyasının sınırı olan, kalıbı olan
biri; polisiye türüne hizmet ettiğini iddia eden bir kuruluşun yayınında, yerli
yazarlarımızı eleştiriyor. Sherlock Holmes’u yazar sanan bir polisiyeci bu kişi
J Bu ve benzeri noksan bilgi barındıran birçok okur
örneğini vermek mümkün. Harici durumlar tabi ki mümkün. Ona bilahare
değineceğim.
Bir
başka okur profilinde ise popüler kültürün, insanlık onuru denen kavramı yerle
bir ettiği bir okur durumu var ki şahsım adına içler acısı! Birçok yazar
arkadaşım, büyüğüm dahi okudukları kitap hakkında “eleştiri” yapmaktan imtina
ederken, sadece yorumunu sunarken; okurumuz ne yazık ki bizleri azarlama
boyutunda eleştiriyor. Daha çok “layk” almak uğruna bir sanatın mimarının kötü
aktör olmasına kesinlikle karşıyım.
YERLİ POLİSİYE YAZARLARINI OKUYUN
Hatalar,
eksikler, yanlışlar bizim için. Kusursuzluk konusunda hiçbir iddiamız yok
bizlerin. Yazar kişi bir eser oluşturmuş, uygun şartları hazırlamış ve takdire
sunmuştur çalışmasını. Her kapıyı muhakkak açık bırakmıştır. Ama bu demek
değildir ki yabancı emsalleri karşısında alaşağı edilecek, saygısızlık
karşısında suspus oturacak! Artık imla hataları sebebiyle eleştirilmekten, üç
yüz sayfalık kitap hakkında “beğendim” “beğenmedim” “fena değildi” gibi
yorumlar almaktan şahsım adına hoşlanmıyorum. Ha, imla da edebiyatın bir
parçasıdır ama ben isterim ki: Kurgum konuşulsun. Karakterimin analizindeki
yetenek ya da yeteneksizliğim söz konusu olsun. Tasvirlerim, cümle yapım,
hikayemin gerçek dünya ile ilişkilendirmedeki meziyetim bahis konusu olsun.
Belirtmek isterim ki buraya kadar olan sözlerimin ana kaynağı esas olarak tek
bir kişi değil. Yani taklit rumuz kullanan kişi değil sadece kabahatli olan.
Takipçi sayısı ile ilişkilendirilen “nitelikli okur” tasviri bunların
mümessili.
Gelelim
güzel işlere. Artık kulağıma küpedir benim, bir okurumun yorumu. İlk kitabım
Kana Davet için sunulan bir takdirde okur, şöyle demişti: “Bir paragrafta o
kadar çok Emre okudum ki nefret ettim ana karakterden.”
Eğer
ki ilk kitabım kültür çalışmalarının başka bir alanında anılsaydı, dikkat
çekmeyebilirdi bu hata. Ancak polisiye okuru, karakteri saç teline kadar
irdeler. Tutarsızlık gördü mü kurguda, açar bakar tekrar tekrar okuduğu
sayfalara. Gerekirse not tutar. Eğer ki yazarın önceki kitaplarını da okumuşsa
mutlaka aralarındaki ilişkiyi gözlemler. Yazarın gelişimi ya da tekrarını
mutlaka görür.
Bunların
farkında olan bir yazar ise kesinlikle kendi muhasebesini yapar.
Sözün
özü: Yerli yazarlara şans verin demeyeceğim. Yerli yazarları okuyun, gelişime
katkı sağlayın.
Unutmayın;
polisiye, değerlidir. (Paradigma Polisiye’nin sloganı)
Editörüm Rabia Soğan ile yaptığımız röportajdan bir kare)
Sizin tabirinizle polisiyenin kraliçesi Agahta
Christie’ nin yaptığı gibi kitaplarınızda delilleri ortaya serip bunları
okuyucunun toplamasını ve finalde parçaları birleştirmesini istiyorsunuz.
Okurlardan nasıl yorumlar alıyorsunuz?
Kendi
kanaatimce Kraliçe Christie’nin bu yöntemi gerçek polisiyedir. Hafiyelikten,
bulmacadan, meraktan oluşmalı polisiye. Tüm gerçekleri kahramanın bildiği ve
finale kadar okura şans tanımayan eserler benim için aksiyon tadındadır.
Sevgili
eşimin iş arkadaşı, bir mesaiye oğlu ile gelmiş. Lise öğrencisi bir delikanlı.
Konu kitaplardan açılmış ve ikinci kitabım Hasta Şehir’i okumamasına rağmen
genç okur, kitabıma ismini veren şarkıyı ve şarkıcıyı nokta atışı bilmiş. (Marlyn
Manson – Sick City/Hasta Şehir) Daha kapaklarımda başlayan ipuçlarımın
okuyucuda bir çağrışım yaratmış olması çok hoş!
Okurlarım,
kitaplarımı kimi zaman kapatıp karakter ile yarıştıklarını ve finali tahmin
etmeye çalıştıklarını söylüyorlar. Bu, benim için tarifsiz bir mutluluk.
Çekilen
filmlere ve yazılan kitaplara harika bir fon oluşturuyor İstanbul. Sizin
romanlarınızda da Üsküdar, Şişli ve Mecidiyeköy, Eminönü gibi semtleri
sıklıkla görüyoruz. Yaşadığınız Çanakkale’de geçen bir roman projesi var mı
aklınızda?
İstanbul
benim için bir sevda. Kitaplarımda da bu sevdaya yer vermek, karakterlerim ile
birlikte hatıralarımın dolu olduğu sokaklarda dolaşmak ve okurumu da bu
serüvene katmak da bir başka mutluluk sebebi benim için.
Çanakkale’de
geçen bir kurgu oluşturmak tabi ki aklımda. Fakat öncelikle Çanakkale’yi
tanımam gerek. Sokak isimlerine ya da meşhur mekânlarına erişmek çok kolay.
Böyle bir tanışma merasiminden bahsetmiyorum. Koca bir medeniyete ev sahipli
yapan Çanakkale’nin antik tarihi hakkında araştırmalar yapmam gerekiyor öncelikle.
Troia’dan bahsediyorum.
Atlanmaması
gereken en önemli bilgi ise Çanakkale Deniz Zaferi. Bu destandan beslenen bir
proje hazırlamak her şeyden önce şehitlerimize saygı gerektirir kanaatindeyim.
Bu saygımı sunabileceğim bir eser hazırlamadan önce karış karış bu toprakları gezmem, sayfalarca kitap
okumam gerek.
AKLINDA BİR SENFONİ VARDI ANCAK AYNI NOTALARI
ÇALMIYORDU MÜZİSYENLER
Son romanınız “Aklın Senfonisi” cinayet örgüsü
üzerine kurulmuş aşina olduğumuz bir tarzda polisiye romanın dışında daha çok kahramanın
iç hesaplaşmalarının yer aldığı psikolojik bir roman olarak tanımlayabilir
miyiz?
Sorunuzda yer aldığı
üzere tanımlar ve küçük bir ilave yapabiliriz. Çalışmamı hazırlamadan önce
birçok akademik kaynak kitap okudum. Kitabımı henüz okumamış olanlara haksızlık
etmemek adına bu kitaplardan bahsetmeyi siz de uygun görürseniz, istemiyorum.
Psikoloji ile yoğrulan kitabımda, özellikle çözümleme bölümüne geldiğinizde birçok
ipucunu atladığınızı görmüşsünüzdür sanırım. Final için tahminler mümkünken,
gerekçeler satırlarda saklı. Bu gizemle de kitabım hakkında polisiye ancak aksiyonu
düşük, psikolojik analizler barındıran bir çalışma diyebiliriz.
Küçük bir ilave olarak da
belirtmek isterim ki: Kitabım alışılagelmiş polisiyelerden kalın bir hat ile
ayrılıyor. Çoğu eserde suç bellidir. Suçun sebepleri araştırılır esas oğlan
tarafından ve suçlu bulunur. Aklın Senfonisi’nde ise suç ve suçlu mutlak iken
kötülüğün kaynağı araştırılıyor.
Üçüncü
romanınız Aklın Senfonisi’nde ilk iki kitabınızdan tamamen bağımsız, farklı
karakterleri olan bir kurgu oluşturdunuz. Polisiye romanlarda, genel itibari
ile yazarın favori kahramanlarının kovaladığı maceraları görmeye alışığız. Siz
neden böyle bir yol izlemediniz? Emre, Efe ve Burak’ı sonraki çalışmalarınızda
tekrar görebilecek miyiz?
Son romanım ile ilgili olarak ilk tahayyül ettiğim
kurguyu, Emre, Efe ve Burak üçlüsüne monte etmek mümkün değildi. Hazırlayacağım
yeni çalışmada, sıfırdan bir karakter yaratmanın bir kumar olduğunun
farkındaydım aslında. Yazmaya başladığımda ise bu kumarın bahsinin giderek
arttığını fark ettim. Üç genç memurun hayatlarına, kafa yapılarına, davranış
şekillerine öylesine alışmışım ki bağımsız bir profil yaratmakta bir hayli
zorlandım. Aklın Senfonisi’nin ana karakteri Cemil, Emre kadar zeki olmamalıydı
mesela. Onun kadar güçlü olmamalıydı. Ya da Cemil, Efe kadar yakışıklı
olmamalı, genç memur gibi gözü açık olmamalıydı. Burak kadar haylaz, Ezgi kadar
cesur, Gülşah kadar soğukkanlı olmamalıydı.
Tüm zorluklara rağmen bu masada oturmak ve dağıtılan
kartlarla oyunumu oynamak istedim.
Ticari olarak belki risk teşkil edebilirdi bu
tercihim. Fakat hayal gücümün sınırlarını aşmak, kariyerimde tekrara düşmemek için
bahsi bir kez de ben artırmak istedim. Henüz kitabım yayınlanalı bir ay kadar
kısa bir süre olsa da geri dönüşler şahsım adına umut verici.
Sıkı dostlar, Emre, Efe ve Burak’a gelecek olursak:
Üçlüyü tabi ki unutmuş değilim. Dedektif Dergi’de bitirim memurların yer aldığı
öykülerimi okuyucu takdirine sunmaya devam ediyorum. Bir de ön bilgi
vermiş olayım sizin aracılığınız ile: Sıradaki çalışmamda Emre, Efe ve Burak tekrar
sahneye çıkacaklar. Fakat bu defa işler pek de yolunda gitmeyecek. Bir ölüm ve
bir tayin bekliyor olacak bizleri.
“Hasta Şehrin kanseri
insandır. Şifası ise doğada ve toprakta.” Hasta Şehir’den.
Poyabir yani Türkiye Polisiye Yazarlar Birliği’nden
bahsedebilir misiniz?
Türkiye
Polisiye Yazarları Birliği, yerli edebiyata, yerli polisiyeye gönül ve emek
vermiş yazarları tek çatı altında toplamayı gaye edinmiş bir oluşum. Resmiyette
henüz bir hükmü olmasa da aynı kaygıları taşıyan aktörlerin en azından şimdilik
birbirlerini tanımalarına imkân sunmuş bir girişim. Aktif bir haberleşme
kanalımız var ve bu sene İstanbul’da çok katılımın olduğu bir toplantı yapma
planımız var. Alınan kararlar da birlik hesaplarından okur ile paylaşılacaktır
mutlaka.
SONSUZLUĞUN VE BİLGELİĞİN SEMBOLÜ KAPLUMBAĞA
Yayınevleri ile içinize sinmeyen anlaşmalar sonucunda
kendi yayınevinizi kurmaya karar verdiğinizi okudum bir röportajınızda. Paradigma Akademi’nin bir alt dalı olan
Paradigma Polisiye’ den bahsedebilir misiniz bize?
Kimseyi
afişe etmek ya da karalamak gibi bir amacımın olmadığını peşinen söylemek
isterim. Edebiyat dediğimiz kavram da ticaret piyasasının bir ürünü mutlaka hoş
görürsünüz ki. Sadece bu işi yaparak geçimini sağlayan niceleri var. İşte
burada her yiğidin bir yoğurt yiyişi var dedik ve Paradigma Polisiye’nin
temellerini attık.
Hani
yukarıda bahsetmiştim: Tekrar eden Emre’ler… Ben her zaman eksik kontrol sebebi
ile bir kitap örnek verilecekse, Kana Davet’i kullanırım. Artık bu sofraya
oturmaktan rahatsızlık duymaya başlamıştım.
Çanakkale’nin
büyük kitabevlerinden biri olan Divit Kitabevi’ni sevgili eşim ile birlikte
ziyaret etmiştik. Eşim, kitaplar arasında dolaşırken ben de kitabevinin
personeli ile içimde hep huzursuzluğa sebep olmuş bir soruyu sormak için fırsat
kolluyordum. O fırsatı yakaladığım an da sordum: “Ben, kendince roman yazan ve
iki kitabı olan bir yazarım. Benim gibi yeni yazarlar, sizi gibi Anadolu’nun
kurumsal olmayan kitabevlerine nasıl girebiliriz?” İşte burada sihirli sözler
söylendi. Sevgili eşim bana seslendi ve “Bak burada ne var!” dedi. Elinde, ilk
kitabım Kana Davet vardı. Meğer işbirlikçim Fahri Bey (Paradigma Akademi
Yayınları’nın sahibi) ile tanışıyormuşuz.
FAHRİ BEY İLE EDEBİYAT SOHBETLERİ
Zamanla
yabancısı olduğum şehrin en çok uğradığım noktası oldu Divit Kitabevi. Fahri
Bey öylesine sıcakkanlı, öylesine donanımlı biri ki istemsizce kendimi sık sık yanında
bulmaya başladım. Elbette sohbetlerimizin çoğunu edebiyat oluşturdu. Fahri
Bey’in ortak alanımız hakkındaki donanımı beni çok etkiledi. Sürekli bana
kitaplar hediye ediyor, okumadığım usta yazarların kalemi ile tanışmama önayak
oluyordu. (Buraya harici bir arzumdan bahsetmek istiyorum. Fahri Bey ile
‘Edebiyat Sohbetleri’ başlıklı bir video programı hazırlamak istiyorum. Fakat
kendisi öylesine büyük bir tevazu gösteriyor ki ‘Çanakkale’de nice usta
edebiyatçılar var iken bizim böyle bir işe kalkışmamız uygun olmaz.’ diyor.
Belki bu küçük notum birçokları için bir mesaj olur.)
Yeni
bir yayınevi arayışı içinde olduğumu bildiğinden bir gün bana kitaplarımı basabileceğini
söyledi. Kendisinin de artık “kültür” kitabı da yayınlamak istediğinden ve
başlangıcı benim kitaplarım ile yapmak istediğinden bahsetti.
Tekrar
eden sohbetlerimizde de bu işi birlikte yapma kararı aldık. Genel kapsamlı, her
türü barındıran dosyalar hazırlamayı düşünmedik. İşin ticari kısmını ikinci
plana attık. Kıyısından, köşesinden de olsa dâhil olduğumuz “Polisiye” türüne
öncelik verdik. Komşu türler olduğunu düşündüğümüz “Gerilim” ve “Bilimkurgu”
türlerinde de çalışmalar hazırlama kararı aldık. Amacımız, belirttiğim türlerde
yazmaya gönül verenlere küçük de olsa bir destek sağlayabilmekti. Bunu da
başardığımıza inanıyoruz. İlk yayın programımızı oluşturan dört kitabın üçü,
kolektif çalışma. Yetmiş yazarımızın büyük çoğunluğunun ilk kitabı Paradigma
Polisiye etiketi ile yayınlanmış oldu.
Yaptığımız
ve yapacağımız her işte bir maksat olmasını istedik. Logomuzu hazırlarken de
aynı itinayı gösterdik. Yayınladığımız kitapların kapaklarında yerini alan
logomuzdaki kaplumbağa tasviri, ilhamını Göktürk Kitabeleri’nden almakta.
Kültigin Anıtı’nın kaplumbağa şeklindeki taş bir zemine oturtulmasındaki maksat
ile aynı gayeyi taşımakta bizim de tercihimiz. Türk kültüründe kaplumbağa,
evini sırtında taşıması sebebi ile sonsuzluğun ve bilgeliğin sembolü olmuştur.
Biz de sonsuz olmayı amaçladığımız için kimliğimizde bu örfü taşımayı uygun
gördük.
Polisiyeyi sevdirmek, polisiyeye
yeni yazarlar kazandırmak ve polisiye yazarlarını okurlarıyla buluşturmak amacıyla
Dedektif Dergi’nin 9. sayısı sonrası 2017 yılı boyunca yayınlanan polisiye
öykülerden derlenen 15 öykülük “DedektifDergi.com Birinci Yıl Öykü Seçkisi”
ve 17 yazarın hazırladığı 17 öykünün yer aldığı “Kırmızı Battaniye”
yayımlandı.
ÖĞRENCİ GENÇLERE İŞ TEKLİF ETTİK
Polisiye
yazan amatör yazarlara kapınız açık mı, ne söylemek istersiniz bu konuda?
Elbette! İşin ticari kısmını
ikinci plana attık dememdeki kasıttan biri de buydu. Bu işi gönülden yapan bir
kişiye de olsa bir kapı açabilirsek ne mutlu bize. İlk yayın programına üç
farklı kolektif çalışma alabilme cesaretini sanmıyorum ki bir başka firma
gösterebilsin. Tavrım ya da sözlerimin ukalalık ya da fazla özgüven taşıdığı
düşünülmesin lütfen. Çalışmalarımıza göz atan biri rahatlıkla bu konudaki
samimiyetimizi gözlemleyebilir. Birlikte çalıştığımız yazarlarımızdan
sözleşmemizin örneğini isteyebilirler mesela. Biz sözleşmelerimizi bir yıl için
hazırlıyoruz. Kimsenin emeğine ambargo koymak gibi bir haddi kendimizde
bulmuyoruz. Bir yıl olarak anılan tanım da sadece sembolik.
Birlikte çalıştığımız tüm yazarlarımıza
şunu söylüyorum: Ben aranızda bir yönetici olarak değil, yazar olarak
bulunuyorum. Hepimizin yaşadığı sıkıntılar ortak iken bu çıkmaza bir kazık da
ben çakamam! Bir emekçinin alın terini gasp etmekten daha büyük bir günah
olabilir mi? Biz, üstüne basarak söylemek istiyorum ki ilk baskı itibari ile
tüm yazarlarımıza, camia ortalaması üstünde telif veriyoruz.
Ayrıca sadece genç yazarlara
değil, genç editörlere, genç grafikerlere de imkân sağlamaya çalışıyoruz. Yeni
programımızda ikinci baskıları yapılacak olan Kana Davet ve Hasta Şehir
kitaplarım için akıl danıştığımız ve yardımını istediğimiz üniversite
hocalarımızın öğrencisi olan bir okuruma emanet ettim dosyalarımı. Bu sene
mezun olan editörüm hem okuduğu bölüme ait olan alanda kendini geliştirirken
hem de emeğinin karşılığını aldı. Başka bir örnekle: Bir grafikerimiz olmasına
rağmen grafik tasarım öğrencisi olan gençlere iş teklif ederek kendilerini
geliştirme imkânı sunduk haddimizce. Yahut, henüz kitaplarımız basılmamışken
Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Müzik Performans Topluluğu öğrencilerine
sponsor olduk. Üstelik tişörtlerinde markamızın isminin de bulunmasını
kendileri istediler. Bahsettiğim tüm eylemler altı ay gibi kısa süre içinde
gerçekleşti. Biz memnunuz ve bir kişinin de olsa hafızasında güzel bir anıya
sebep olabildiysek ne ala!
Kaldı ki bu kısa süre içinde
hedefimize ulaşacak olmamızın küçük sinyallerini almaya başladık. Henüz
resmiyet kazanmadığı için sizlerle de paylaşamıyorum ama şunun teminatını
verebilirim: Güzel işler yapacağız.
4 Yorumlar
Kaplumbağayı hem canlı olarak hem de taşından tahtasına, camına süs eşyası olarak pek sevdiğim ve pek de bolca bulundurduğumdan edebiyat kadar o yazı da ilginçti benim için :)
YanıtlaSilYORUMUN İÇİN ÇOK TEŞEKKÜRLER
Silsevgiler
Çok güzel bir yazı olmuş.
YanıtlaSilsağolasın :)
Sil