Zaman zaman hangimiz “Ne olacak bu ülkenin hali? En iyisi bu ülkeden gitmeli” cümlesini kurmadık ki? Sinem Güven ise bizlerden farklı olarak her şeyi göze alıp, bu isteğini gerçekleştirenlerden. Üç yıl önce Ankara Anlaşması’na başvurup, 11 yaşındaki kızı, 15 yaşındaki oğlu ve eşi ile birlikte İngiltere’ye gidiyor. İngiltere’nin güneyinde Hampshire bölgesinde yaşıyor üç yıldır. Sinem'i blog dünyasının en hareketli günlerinden “Kaymaklı Kadayıf” adlı bloğundaki yazılarıyla tanımıştım yıllar önce.

Seni tanıyabilir miyiz Sinemciğim, İngiltere’ye gitmeden nerede yaşıyordun, neler yapıyordun?

Fatma’cım, ne güzel bir fırsat benim için tecrübelerimi, yaşadıklarımı paylaşabilmek, teşekkürler öncelikle.
Ankara’da yaşıyorduk. Ben çok uzun yıllar süren kurumsal hayatıma nokta koymuştum, TOBB ETU’de ders vermeye başlamıştım. Hayallerimizdeki evi almıştık, çocuklar özel okula gidiyordu, eşim psikiyatri uzmanı olarak kendi muayenehanesinde hastalarını görüyordu. Yani aslında hayatımızda tam da bir şeyleri oturttuğumuz, her şeyin düzgün gittiği bir dönemdeydik.

“Çocuklarım daha iyi koşullarda yetişsin” cümlesini kurman mıydı size yurtdışında yaşama kararı aldıran?

Aslında uzun vadeli planlarımız arasında çocukları üniversite eğitimi için yurtdışına gönderme fikri hep vardı. Çok üzülerek söylüyorum bunu ama, ülkemdeki sınav sistemine, sonrasında işe alım sürecine inancımı yitirmeye başlamıştım ve aslında ne kadar erken çocukları bu sistemden uzaklaştırabilirsem daha iyi olacağını düşünüyordum.

İngiltere’de iş kurmak, kendi işini yapmak isteyenlere verilen ECAA ya da Ankara Anlaşması Vizesi’ne başvuru ve kabul sürecinde sizi en çok zorlayan ne oldu? Bu düşüncede olanlara yardımcı olacak ipuçları verebilir misin?

Aslında bu kararı veren insanı hiçbir şey zorlamaz J , gibi bir cevap verebilirim. Ama tabii ki çok zorlandığımız günler oldu. Biz başvurumuzu İngiltere’den yaptık, başvuru yaptıktan sonra pasaportun burada Home Office denilen iç işlerine veriliyor ve sonuç gelene kadar ülkeden çıkış yapamıyorsun. En zorlu dönem buydu sanırım. Aile büyüklerine bir şey olsa Türkiye’ye gidememe ihtimali insanı çok geren bir süreç. Bu bekleme sürecinde her şey çok zorlu aslında, ev tutmak istiyorsun pasaportun yok, banka hesabı açacaksın pasaportun yok. Tam altı ay sonra ilk oturum vizemizi aldık.
Yılan hikayesine dönen bir Brexit süreçleri var şu anda aslında belirsizlikler olsa da, Ankara Antlaşması bu kapsamın şimdilik dışında, başvuru yapmak isteyenler halen başvurabilir. Biz bir göçmenlik uzmanı aracılığı ile başvuru yaptık, dikkat edilmesi gereken çok nokta olduğundan başvuracak olanların bu anlamda uzman desteği almasını öneririm.

İNGİLTERE’DE ANKARA ANTLAŞMASI KAPSAMINDA
 BİR İŞ KURMAK ZORUNDASIN

“İki yetişkin, bir pre ergen, bir katıksız ergen, 8 bavul ve hayallerimiz ve geride bıraktıklarımızla buradaydık. Tahta bavulla Haydarpaşa’ya inmiş Kemal Sunal gibi etrafa bakınan meraklı, kaygılı, heyecanlı, karmakarışık bir haldeydik” ilk hissiyatını bu şekilde ifade etmiştin bana. Geçen bu üç senenin sonunda nasıl hissediyorsun, adaptasyon kolay oldu mu?
Bu soruyu şöyle cevaplayabilirim adaptasyon kızlar için kolay erkekler için çok zor oldu J. Kızım geldiğinde burada 7.sınıfa başladı. Türkiye’de nasıl bir müfredat varsa çocuklara yüklenen, buradaki 7.sınıf her şeyiyle çok kolay geldi O’na. Arkadaş bulmada zorlanmadı, şu an benim ifademle “İngilizden çok İngiliz” ve burada olmaktan çok mutlu.
Ben zaten macerayı severim, değişimi severim, çok kolay alıştım. İlk arkadaşlarım kilisenin konuşma grubundan teyzelerdi. Desteklerini hiç unutmam. Her gün biri kapımı çaldı elinde kekle.
Gelelim erkeklere, babamız çok kolay adapte olmadı, yemekleri, dostlukları, Ankara’sını özledi durdu J. Ergen abimizin içinden milliyetçi bir küçük bozkurt çıkıverdi. Memleket deyip, döner kebap deyip durdu. Şimdi herkes alışmış ve buranın tadına varmış halde ama kolay olmadı bu noktaya gelmek erkekler için.


Davet ve düğün organizasyonu işine (event-wedding planner ) girip, hatta “yükselen business”ler diye bir ödüle aday gösterilip ikinci oldun. İşini nasıl kurdun anlatabilir misin?

Fatmacım beni bilirsin her zaman kafam fikir doludur. Benim adam bana “fikribol” der hatta, kurumsal hayatta bile kaçış noktası yaratacak fikirlerim hep olmuştu.
Buraya gelirken Ankara Antlaşması kapsamında bir iş kurmak zorundasın. Maaşlı çalışamıyorsun. Ben yıllarca bankada çalıştım, iç denetmenlik yaptım, proje kredilerine fizibilite raporları hazırladım dedim bunları kullanalım ama bir ucuna da “organizasyon” ekleyelim iş planının. Yeni bir başlangıç yapıyorum ya, yeni ülke, yeni bir hayat bu macera azmış gibi çok bildiğim şeyden değil, heves ettiğim şeyden yol almak istedim.
“Event Planner” olarak çıktım ortaya, ilk sene kabustu, çünkü ne yapmam gerektiğine dair pek bilgim yoktu. Networking toplantıları burada çok yaygın, sonra onları öğrendim. Toplantılara gitmeye işimi anlatmaya başladım. Yaş ortalaması 80 olan arkadaş grubum bir anda değişmeye başladı J. Önce küçük organizasyonlar yaptım, yıldönümü partileri, milestone birthday dedikleri 70, 80 yaş partileri. Sonra bir Türk restoranında Türk Gecesi düzenledim. O kadar beğenildi ki anlatamam. Türkiye’ye geldiğimde Samanpazarı’ndan bindallı almıştım kendime böyle bir şey yaparsam giyerim diye. Böylelikle kendi düğünümde falan giymediğim pek de tarzım olmayan bir şeyi etkinlikte kullandım . Tepkileri görmeliydin, resmen bayıldılar.
Sonra “yükselen yıldız” olarak aday gösterildim bulunduğumuz bölgede. Herkes benden bahsetmeye başladı. Normalde iş kurmak zorken bir de başka bir ülkeden gelip iş kurmak, öyle takdir edildim ki anlatamam.

NİNNİSİYLE BÜYÜMEDİĞİN, MASALIYLA UYUMADIĞIN BİR YERDE
 HEP YABANCISIN

Bahar Çuhadar ‘Yeni Ülke Yeni Hayat’ kitabında; “Geçmişi ve bugünü bırakıp, geleceği başka bir ülkede inşa etmek mümkün mü? Yeni bir ülke, yeni bir şehir, yeni bir dil, yeni insanlar, yeni ağaçlar, yeni bir gökyüzü bulmak, yeniden köklenmek mümkün mü?” sorusuna cevap arıyor. Bu konudaki görüşlerini merak ediyorum.

Bu kişiden kişiye göre çok değişir. Sanırım ben hiçbir yere kök salamayanlardanım. Biraz göçebe ruhlu muyum bilemiyorum. Burada çok mutluyum, huzurluyum. Elbette özlediğim şeyler var. Anamın babamın tek kızıyım, onları çok özlüyorum ama bir yandan, ben de anneyim ve çocuklarım için burada olmanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Aslında çocuklar biraz da bahane, biz de burada çok huzurluyuz. Sabah evden çıkıp akşam eve girdiğinde tek bir şeye bile canının sıkılmamış olması inanılmaz bir huzur kaynağı inan bana.
Ben huzuru kendi yaratanlardanım, hep de öyle oldum. Yani mutlu olmak için yeniden köklenmeye de gerek yok aslında. Bulunduğun an’da kalabilmek yeterli.

Daha iyi yaşam koşullarına ulaşma amacıyla yurtdışına gidenler ikiye ayrılıyor; biri “öteki” hissedenler, diğeri de kendini “dünya insanı” olarak tanımlayıp kolayca adapte olanlar. Sen kendini nasıl tanımlarsın?

7 Kasım’da üç yılımız bitiyor. Kendimi hiç “öteki” hissetmedim biliyor musun?
Cilt kanseri teşhisi konuldu, geçen ay ameliyat oldum. O hastane koşturmacasında, gördüğüm muamelede o kadar iyi hissettim ki kendimi, belki ülkemde böyle hissetmeyecektim.
Aslında bu da tamamen insanına bağlı. Sen sana öyle davranıldığını düşündüğünde buna inanıyorsun, çok insan gördüm, dışlandım, iş bulamadım, arkadaş bulamadım diyen, şükür ben onlardan değilim. Hep olduğum gibiydim, hiç de “öteki “ hissini yaşamadım.
Ama bu pozitif tabloda şu da bir gerçek, kimin paylaşımında okuduğumu hatırlamıyorum aylar önce, diyordu ki; ninnisiyle büyümediğin, masalıyla uyumadığın bir yerde hep yabancısın. Bu o kadar hoşuma gitmişti ki. Evet, “öteki” değilsin ama ruhun hep biraz yabancı. Güldüğün şeyler başka, düğünün başka, cenazen başka, kızman başka, sevmen başka…

 6 ikea tabağıyla da mutlu olabileceğini anlayınca ruhen çok yol alıyorsun aslında” cümlen beni çok etkiledi. Türkiye’deki yaşam koşullarından oldukça farklı bir hayatın var şu anda bu seni ruhsal ve duygusal olarak nasıl etkiledi? Hayalinde orada bir hayat kurmak için can atanlara; ev tutmaktan, okul bulmaya, sosyal yaşamdan, alışverişe pratik öneriler verebilir misin?

Başlarda dediğim gibi, tam da hayalimizdeki evi almıştık Türkiye’de. Bahçe içinde, müstakil. Ben çula çaputa, kılık kıyafete meraklı değilimdir ama bardak, tabak-çanak zaafımdı. Coşmuştum evi döşerken.
Burası pahalı bir ülke kabul etmek gerek, buraya gelince IKEA can yoldaşımız oluverdi. Evet sadece 6 tabakla iki yılımız geçti. Bir 6 taneyi ikinci el dükkanından bu sene ekledim takıma itiraf ediyorum J. “Az aslında çoktur.”  felsefesini yaşayarak öğreniyor insan. Eşyaya kölelik etmeyince işin de az oluyor ki ben ev işinden nefret ederim bilen bilir.
Ev küçülünce paylaşım artıyor. Çok tuhaf belki ama biz burada daha bir bağlandık birbirimize. Gereksiz bir lüks içerisinde, israf halinde yaşadığını anlıyor insan buraya gelip de buradakilerin yaşantısını görünce.
Duygusal olarak çok olgunlaştım ben burada, her şeyin azı, insanın, eşyanın, paranın felsefem bu artık.
Pratik öneriler çok aslında yazsam roman olur, inan buraya sığmaz. Fakat eğer bu maceraya atılma niyetinde olan varsa tek söyleyeceğim küçük şehir seçsinler, az göç alan, kalabalığı az olan, düzene kolay adapte olabilecekleri yerler yani.

İŞ PLANI OLMAYAN GİRİŞİMCİLERE DESTEK OLUYORUM
@micromentoring ADRESİNDEN BANA ULAŞABİLİRSİNİZ

Emekli olunca Ege’de deniz kıyısında bir evde yaşlanmak isteyenlerden misiniz? Ülkeye dönme özlemi oluyor mu? Türkiye’deki gündemi, dizileri, sosyal hayatı takip ediyor musun?

Ege’de deniz kıyısı değil de burada “ Lake District” diye bir bölge var, orada yaşlanmak istiyorum. Gölün kenarında, bolca yazıp, bolca okuyarak.

Tatillerde ülkeye gelme isteğim tabi oluyor ama iki hafta dolmadan burayı özlüyorum ben. Gündemi twitter dan takip ediyorum. Kendime Türk televizyonu yasağı koydum, aslında televizyonu pek kullanmıyoruz doğrusunu söylemek gerekirse. Kulağımda sürekli İngilizce olsun diye de genelde İngiliz kanalları açık oluyor illa televizyon seyredeceksem.

Çok teşekkür ediyorum bana vakit ayırıp sorularımı cevapladığın için. Eklemek istediğin bir husus var mı?

Çok teşekkürler Fatmacım, aslında çok şey var anlatacak da senin de çok zamanını almak istemem, yavaş yavaş yazmak istiyorum bunları hep bir gün birilerine ışık tutar diyerek.
Etkinlik organizasyon işleri sürerken aslında biraz da özüme döndüm. “Business Mentoring” te yapıyorum. Bunu da duyurabilirsek memnun olurum. Yılların birikimi üzerine burada çokça eğitim alarak iyice uzmanlaştım. Herhangi bir iş fikri olan, nerden başlayacağını bilemeyen, bir iş planı olmayan girişimcilere destek oluyorum. Malum devir teknolojiyi kullanma devri,
@micromentoring
hesabından bana ulaşabilir, online toplantılarla destek alabilir isteyenler.


10 Yorumlar

  1. Farklı hayat hikayeleri
    İnsanız hayat herkese bir yol haritası çiziyor.
    Allah başarılarını daim etsin inşallah

    YanıtlaSil
  2. Başka hayatlar, başka hayaller, başka bakışlar.Dünya böyle güzel galiba.

    YanıtlaSil
  3. cesaret cesaret bazen eşimle bende böyle diyoruz ama maalesef dil herşeyin başı o da bizde yok..:)))))

    YanıtlaSil
  4. Blog yazmaya başladığım ilk zamanlardan tanıyorum Sinem'i, başarılarına çok sevindim. Daha da artsın ve rehber olsun insanlara.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hayallerini gerçekleştiren kadınlara selam olsun

      Sil
  5. Çok güzel bir röportaj ve inanılmaz bir başarı hikayesi <3

    YanıtlaSil