MAVİANNE'nin ilk röportajı, Ayşe Kulin'le

Ayşe Kulin, son kitabı "Veda" nın imza günü için haftasonu Armada, Remzi kitabevinde okurları ile buluştu. Benim için özel bir gündü, bir hafta öncesinden hazırlanmış ve röportaj talebimi yayıncısı vasıtası ile Ayşe Kulin'e iletmiştim.
O da, beni kırmayıp teklifimi kabul etti ve sorularımı yanıtladı. Hayat defterimin özel bir sayfası, Ayşe Kulin tarafından yazıldı. Gönüllü muhabir olarak ilk röportajımı, hayranı olduğum bir yazarla yapmanın mutluluğunu yaşadım.
* Tebrik ediyorum, yine bir solukta okunan bir kitap “Veda”, bu kitabınızda da biyogafik verileri harika kullanmışsınız. İşgal günleri etkileyici bir şekilde anlatılıyor, siz bu araştırmayı yaparken ne duygular yaşadınız?
-
Çocukluk günlerime döndüğümden, kitap boyunca tuhaf bir nostalji içindeydim. Tarih okumayı çok sevdiğim için, keyifli bir çalışma oldu. Ezber edilenlerin dışına çıkarak, değişik bir açıdan tarihi değerlendirmenin insanın ufkunu genişlettiğini söylemek isterim. Keşke ülkenin tüm sorunlarına değişik açılardan bakabilme imkanımız olaydı, inanın pek çok sorunu kolayca hallederdik.



* “Veda”da Osmanlı’nın son Maliye Nazırı Ahmet Reşat Bey ve ailesi aracılığıyla o dönemi anlatıyorsunuz. Roman bittiğinde devamı olmalı diye düşünüyor insan, acaba devam kitabı yazmayı düşünüyor musunuz?
-
Halen yazmakta olduğum kitabı bitirdikten sonra, 1925 itibaren Atatürk’ün ölümüne kadar geçen yıllarda Türkiye’de neler yaşanmış olduğunu bir ikinci romanda anlatmak istiyorum. Cumhuriyet tarihimizin bence en önemli dönemlerinden biri de bu dönemdir.
* Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’i çoğu düşüncenin aksine vatan haini olarak değil de, İstanbul’u, sarayını, tahtını kurtarmaya uğraşan bir Padişah olarak çiziyorsunuz. Bu konuda tarihçilerden veya bazı kesimlerden tepki aldınız mı?
-
Vahdettin’i bir vatan haini olarak değil de, aciz ve kime inanacağını şaşırmış bir padişah olarak çizdim. Yaptıkları yanlıştı ama bende bir ‘vatan haini’ duygusu hiç uyandırmadı. Halkına en az zararı vererek ve İstanbul’u kollayarak bir çıkış yolu aramakta olan, etrafı kifayetsiz muhterislerle sarılmış çaresizlik içinde bir adam! Vahdettin’i böyle yorumlamamdan dolayı bana henüz herhangi bir tepki gelmiş değil.

* Kitabın başında, dedenizin Ahmet Reşat Yediç’in mektuplarından ve Dahiliye Nazırı Ahmet reşit Bey ile Talat Paşa’nın eşi Hayriye Hanımefendinin hatıratından da yararlandığınız notu düşülmüş. İstanbul’daki o konakta yaşananların gerçek bir hayat hikayesi olduğunu söyleyebilir miyiz?
-
Veda’ya yarı gerçek yarı kurgu bir hikaye diyebiliriz. Tarihi olayların tümünü kaynaklara bakarak yazdım. Kişilerin kimi kurgu kimi de gerçektir.
* Kitaptaki önemli karakterlerden biri olan Milli Mücadeleye gönül koyan “Azra Hanım” hakkında bir kitap yazmayı planlıyor musunuz?
-
Hayır. Azra tamamen kurgulanmış bir karakter. Konakta yaşayan diğerleri gibi yarı gerçek dahi değil. O üzerine düşeni, bu romanda yaptı ve edebiyatın içindeki yerini aldı. İlerde işgal günlerine dair Maraş’da geçen bir öykü yazacak olursam belki yine canlanır ama şu anda derin uykuda. Kitaptaki Mehpare karakteri, aşkı için her şeyi göze alan, cesur, yürekli bir kadın çiziyor.
* Acaba sizin vermek istediğiniz mesaj, tüm kadınların şartlar ne olursa olsun yere sağlam basabilmeleri mi?
-
Ben bu romanı herhangi bir mesaj vermekten çok, işgal günlerinde yaşanan acıları ve gerçekleri aktarmak için yazdım. Elbette her kadının, şartları ne olursa olsun, ayaklarını yere sağlam basmasını dilerdim ama ülkede 6 milyon okur- yazar olmayan kadınla böyle bir şey temenni etmek safdillik olur.

* Kitabın sonundaki mektup, sizin dedenizin yazdığı mektup sanırım. Osmanlıca olan mektubu Murat Bardakçı’ya çevirttiğinizi biliyorum. Mektubun dili, o dönemi anlatması bakımından gerçekten çok etkileyici. O mektubu İlk okuduğunuzda neler hissettiniz?
-
O mektuba gelene kadar, Murat Bardakçı ile otuza yakın mektup okuduk. Öncelikle beni atalarıma bağlayan alfabeyi öğrenmemiş olmama hayıflandım. Bir gün bu mektupları çözmek isteyebileceğimi düşünseydim, eski harfleri öğrenirdim herhalde. Dedemin ve büyükbabamın, eşleri olan Behice ve Leman hanımlara, onların da babalarına ve kocalarına hatta büyük teyzem Sabahat’in enişteme yazdığı mektupları da okudum. Her biri beni bir başka zamana aldı götürdü. İçim hasret ve hüzünle doldu. Savaşmayan bir ülkede, sürgünde yaşamaya mecbur edilmeden geçen hayatıma şükürler ettim. Büyüklerim benim kadar şanslı değillermiş.

* Tiyatro sanatçıları, Yıldız Kenter ve Müjdat Gezen ile birlikte Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNICEF'in iyi niyet elçileri olarak seçildiniz. Açıklandığı üzere, iyi niyet elçilerinin görevi; ülke ve dünya çocuklarına yardım toplamak. Siz bu konuda ne gibi faaliyetler yapmayı düşünüyorsunuz?
-
Zaten yıllardır gerek Kardelenler için olsun gerek Unicef için olsun, bazı çalışmalara katılmaktaydım. Ülke çocuklarının sağlığı ve eğitimine aktarılacak miktarlar için kampanyalara katılmaya devam edeceğim.
* Okurlarınıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
-
Herkese keyifli, mutlu bir bayram diliyorum.

0 Yorumlar